KISACA
|
Dünya genelinde, turizm genellikle yeni kültürler ve manzaralar keşfetmenin bir kapısı olarak görülmektedir. Ancak, bu gelişen sektör çevresel ve sosyal açıdan alarm verici sonuçlar doğurmaktadır. Seyahatlerin yalnızca karbon ayak iziyle sınırlı kalmadığı, turizmin kirlenmeyi artırdığı, ekosistemlerin bozulmasına neden olduğu ve çoğu durumda yerel halkın sömürülmesiyle sosyal adaletsizliği artırdığı ortaya çıkmaktadır. Bu analiz, modern turizmin gezegenimiz üzerindeki zararlarını aydınlatacaktır.
Doğal ekosistemlerin yok edilmesi #
Tatil tesisleri, otel, eğlence parkları veya yollar gibi turistik altyapıların geliştirilmesi genellikle korunan arazilerin yapay hale getirilmesini gerektirmekte ve bu da geri dönüşü olmayan biyoçeşitlilik kaybına yol açmaktadır. Kırılgan ekosistemler, örneğin mercankaya veya tropikal ormanlar, turizm faaliyetleri tarafından özellikle tehdit altındadır.
Çarpıcı bir örnek, kıyı bölgelerinde otel komplekslerinin inşasıdır; bu durum plajların erozyonuna ve deniz habitatlarının yok olmasına neden olmaktadır. Aynı zamanda, balıkçılık bölgelerinde, turistlerin doğal kaynakları ele geçirmesiyle biyoçeşitlilik azalmakta ve bu fenomen küresel ölçekte yaşanmaktadır.
Turizm kaynaklı kirlenme #
Turizm sektörü, dünya genelindeki sera gazı emisyonlarının yaklaşık %5’inden sorumludur. Sıklıkla modern dönemimizin bir sembolü olarak kabul edilen uçakla seyahat, atmosfere astronomik miktarda karbon salmaktadır. Gemi turları, genellikle hayal edilen tatil olarak tanıtılmasına rağmen, denize toksik atık bırakarak ve hava ile su kirliliğine katkıda bulunarak çevresel felaketlere neden olmaktadır.
Bunun yanı sıra, turizm, bir zamanlar bakir olan bölgelerde hem plastik hem de organize atıkların artmasına yol açmaktadır. Yerel halk, ziyaretçiler tarafından üretilen atıklar tarafından sıklıkla bunaltılmakta, bu da çevrelerinde terk edilmişlik ve çürüyüş hissini pekiştirmektedir.
Yerel halkların sömürülmesi #
Yerel topluluklar, genellikle kırılgan durumda olmaları nedeniyle turist faaliyetlerinin ilk mağdurları olmaktadır. Dağcılar, kültürel siteleri ziyaret edenler veya safari yapanlar, yerli halkları sömürmekte ve kültürlerini ticari amaçlarla yeniden doğallaştırmaktadır.
Pek çok örnek, yerli halkların geniş çaplı turizm projeleri uğruna topraklarından ne kadar zamanla çıkarıldığını göstermektedir. Bu tahliyeler, sadece yaşam tarzlarını yok etmekle kalmıyor, aynı zamanda geleneklerin akulturasyonuna ve folklorizasyonuna katkıda bulunmaktadır. Yerel kültürlerin metalaşması, sosyal gerilimleri artırmakta ve mevcut eşitsizlikleri derinleştirmektedir.
Şehir yaşamı üzerindeki etkisi #
Turistik altyapılar, dünya çapında birçok şehirde yaşayanların hayatlarını da etkilemektedir. Gentrifikasyon ve kısa süreli kiralamalar, her zaman turizm odaklı platformlar sayesinde, yoksul halkın şehir merkezlerinden tahliye edilmesine neden olmaktadır.
Bu fenomen, Avrupa başkentlerinde yaygın hale gelmiş olup, turistler ve yerleşimciler arasında çatışmalara yol açmaktadır. Yerel halk, konutlarını terk etmek zorunda kalmakta, artan kira fiyatları ve bölgelerinin turistik tüketim alanlarına dönüşmesiyle yaşam standartlarını kaybetmektedir.
Artan sınıf bilinci #
Turizm, sosyal ayrımcılığın bir sembolü haline gelmiş olup, elit kesimde bir sınıf bilinci yaratmaktadır. En egzotik destinasyonlar artık bu maliyetleri karşılayanlara tahsis edilmiştir. Orta sınıflar, bu olgunun kesişim noktasında bulunarak, seyahatleriyle eşitsizlikleri sürdüren bir otantikliği veya ayrıcalığı arayışındadırlar.
Özel deneyimleri sosyal medyada paylaşma takıntısı, “instagramlanabilir” yerlerde seyahat etme gereksinimi yaratmakta ve bu durum insan etkileşimlerinin yüzeyselliği uğruna sıklıkla fedakarlık edilmektedir.
Turizm üzerine düşünmenin gerekliliği #
Sonuç olarak, turizm ile olan ilişkimizi ve tüketim biçimlerimizi yeniden düşünmek zorundayız. Sürdürülebilir turizm modellerinin geliştirilmesi ve ekolojik ve sosyal sorunlara gerçek bir duyarlılığın teşvik edilmesi, hızla büyüyen bir sanayinin yanlışlarından gezegenimizi korumak için zorunludur. İşin merkeziliği ve Batı yaşam biçimimizle ilgili sorular da gündeme gelmeli ve bireysel ve kolektif gelişimi teşvik eden sistemler önceliklendirilmelidir.