Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni olarak ilan edilen seyahat yasağı, uluslararası yasal ve ahlaki dengede büyük bir sorun yaratmaktadır. _Ulusal bir yasa sınırların korunması ile insan çeşitliliğini uzlaştırıyor_. İncelikli bir yazım tarzıyla sunulan bu önlem, yenilenen bir retoriğin altında kalıcı önyargıları yaymaktadır. Bireylerin yalnızca vatandaşlıklarına dayanarak dışlanması, ayrımcılık sorununu tekrar gündeme getiriyor. Göç meseleleri siyasetin ötesine geçerek, sığınma hakkının etik anlayışını altüst etmekte ve Amerikan kabul politikalarının güvenilirliğini zedelemektedir. _Bir bireyi basitçe bir gruba indirmek, onun benzersizliğinin sert bir şekilde silinmesine yol açar_. Bu kararın insanî, sosyal ve diplomatik sonuçları, sivil hakların temelini sorgulayan kısıtlayıcı bir vizyonu sergilemektedir.
Ayrıntılar |
---|
|
Amerikan seyahat yasağının yeni retoriği
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki seyahat yasağının yeni şekli, önceki yönetimin ünlü “Müslüman Yasağı”ndan daha nazik bir ifadeye sahiptir. Bu belirgin ayrımcılıklara karşı görünür bir kayıtsızlık, bu önlemi meşrulaştıran bir görünüm sunmasına rağmen, milli köken kriterleriyle bir ayrıştırma yapıldığını gizlemiyor. Bu kısıtlamalar arasında Afganistan, Kongo Cumhuriyeti, İran ve Libya da bulunmaktadır. Yedi diğer ülke, kabul koşullarında büyük ölçüde kısıtlamalara maruz kalıyor, bu da resmi hattı daha ince hale getirirken, keyfi seçim mantığını sürdürmektedir.
Amerikan yasal bağlamı, Ames v. Ohio davasında Yüksek Mahkeme tarafından yeniden doğrulanan bireyin grup üzerindeki üstünlüğünü sivil hakların korunmasında tesis etmektedir. Bu hatırlatmaya rağmen, göç politikası zıt bir yolu benimseyerek, bireysel değeri önceden belirlenmiş bir topluluğa dönüşmektedir.
Eski önyargılar, günümüz insanî sonuçları
Seyahat yasağından etkilenen ülkeler listesi, tutarlılık gösteriyor: büyük çoğunluğu Afrika, Asya veya Karayipler’den gelmektedir. Amerikan kolektif belleği, Oval Ofis’ten yapılan, zaten siyah ve yoksul ülkelere yönelik küçümseyici ifadelerin işlendiği günü unutmadı; bu ülkeler, Avrupalı vatandaşların varsayılan cazibesine karşıt bir konumdaydı. Şık bir retoriğe rağmen, dışlama ruhu aynı kalır.
Baskı, savaş veya otoriter rejimlerden kaçan binlerce insanın şimdi perspektifleri yok edilmiştir. Tamamen aileler bölünmüş durumda, bazen yalnızca karanlık bir listeye dahil bir toplumsal kimlikleri nedeniyle geri dönüşümsüz bir şekilde ayrılmışlardır. Uzun süredir uygulanan mülteci yeniden yerleştirme prosedürleri, yalnızca birkaç nadir istisna ile kalmış, tanımlanan tek yararlanıcılar ise beyaz Güney Afrikalılardır.
Toplumsal keyfiyetle silinen bireysellik
Milliyet temelinde yapılan her kısıtlama süreci, kaçınılmaz olarak kolektif kimlikleri somutlaştırmaya yol açar. Amerikan hukuku, bu noktayı açıkça vurgulamaktadır: “Federal yasa bireyi korur, kategoriyi değil”. Seyahat yasağına dair bir doğrulama yapıldığında, bireyin özgüllüğü hedeflenen grup kimliğinin arkasında silinir.
Bu politikanın etkisi yalnızca ülkeye girişle sınırlı değildir. Bilimsel sempozyumlar ve uluslararası etkinlikler, fikirlerin ve yeteneklerin serbest dolaşımındaki aksamalar nedeniyle çeşitliliklerinin tehdit altında olduğunu görmektedir. Tekdüze bir yapı, misafir toplumun daha az dinamik, tezâhürü ve yeniliğe daha az açık hale getirir; bu nitelikler tarihsel olarak bireysel kriterlere dayanan göçle beslenmiştir.
Başkanlık gözetimi ve güç suistimali
Amerika Birleşik Devletleri başkanı göç politikası konusunda geniş bir yetkiye sahiptir. Bu yetki, ayrılmaz bir etik sorumlulukla bağlantılıdır. Bu otoritenin, açıklığa kavuşturulmamış “güvenlik nedenleri” temellere dayandırılarak kullanılması, bireysel hikâyelere kayıtsız olarak, tüm grupları hedef aldığında bir suistimale benzemektedir. Benzer durumlar başka yerlerde de mevcuttur: Güney Kore, yakın zamanda tamamen farklı bir bağlamda başkanına seyahat yasağı getirmiştir; bu, hareket kısıtlamalarının bazen başka siyasi stratejilerin hizmetinde olduğunu hatırlatmaktadır.
Bu önlemlerin gerçeği, seçici ve taraflı bir uygulama ortaya koymakta, zulme uğrayanların kaderine kayıtsız kalmakta ve örtülü sebeplerle uyumlu olduğu düşünülen bir göçü teşvik etmektedir. Yolculuk sırasında haklar sorusu başka bir anlam kazanır: kimin erişim hakkı var, kimin ise daimi sürgüne mahkûm olduğu?